Son günlerin can sıkıcı konularından ev kiralarına değineceğim. Ne üzücü ki, kiralar deyimi yerindeyse aldı başını gitti…
İstanbul’da asgari ücretlinin barınabileceği ev bulmak neredeyse mucize gibi bir şey. Bu serbest piyasa filan değil fırsat piyasası olmuş; bunlara karşı önlem alınmalı. Şaka değil, çevremde ev sahipleri tarafından 4 katına kadar kira ödemek zorunda bırakılan insanlar var. Maalesef ki ödemek, boyun eğmek zorunda kalıyorlar.
Neden mi?
İstanbul’dan örnek veriyorum, İstanbul’da aynı fiyata ev bulsa da nakliyesi, yüklemesi, emlakçı komisyonu, depozito derken zaten o paranın 3-4 katı kadar maliyet çıkıyor. Haliyle ev sahiplerinin verdiği rakama karşın en fazla cüzi bir miktar indirim yaptırarak oturmaya devam ediyorlar.
Bakıyorum da ev sahipleri enflasyonu öne sürüyorlar…
Bilmem şu bu bu kadar oldu diyorlar. Anlıyorum fakat kiracının burada günahı ne kardeşim?
Sana yansıyan enflasyon ona da yansıyor değil mi?
Sana bilmem kaç lira olan peynir ona da aynı para.
Her şeyden önce adil ve vicdanlı düşünmek gerekiyor. Senin evin var kardeşim onun yok, büyük ihtimalle de senden durumu daha kötü. Bu sebeple sen de üzerine düşeni yapacaksın ki onlar da nefes alabilsin. Sağ olsun oturduğum evin sahibi Çınar Çattın Bey gerçekten çok duyarlı bir insan. Kendisine bu vesileyle tekrardan teşekkürlerimi sunarım.
Bazı ülkelerde enflasyon oranından öte zam yapmak bazı ülkelerde ise değerinin %30’unu aşmak yasak. Hatta kiraları puana göre sınırlayan ülkeler de var. Biz neden yapmayalım? Bence evlere fiyat biçmek için durumuna göre puanlama sistemine geçilmeli ve fiyatların puanın %10’unu aşması yasaklanmalı. Bir dünya belediye personeli var, bence bu sisteme geçiş yapmak hiç zor olmayacaktır.
Hatta 10 bin denetleyici alınmalı ki gıdadan emlağa, elektronikten arabaya enflasyon bastırılabilsin. Özellikle bazı internet siteleri ve bazı emlakçılar aracılığıyla ev fiyatları şişiriliyor. İnsanlarımız onun evi bu fiyatsa benim evim şu fiyat eder kafasıyla hareket ediyor. Bazı emlakçılar ise aralarında anlaşıp bölgenin fiyatını belirleyebiliyor. Böyle devam edilirse önü kesilemez raddeye gelebilir. Bir an önce önlem alınmalı.
Bir diğer konu; şahsen göçmenlerin hayatımıza bu kadar girmelerinden ziyade yüzölçümü olarak büyük olan illerimizde ovaya kurulacak prefabrik kentlerde barındırılmasını dilerdim. Şehir merkezine inenlerin not edilip izin aldıkları kadar dışarı çıkabilmelerini önerirdim. Zaten birçoğu çalışan kalabalık aile ya da arkadaş grubu oldukları için kiraları ödeme konusunda sorun yaşadıklarını sanmıyorum. Hayatımıza o kadar girdiler ki bazı ev sahipleri yerlilerden ziyade göçmeleri tercih ediyor.
Devlet birçok alanda denetim yaparken halka uygun fiyatlı prefabrik ve arazi verilmesini koordine etmesini dilerdim. Kaybedeceğin çok bir şey olmaz, her şeyden öte bol dua alırsın. Zaten çok da yer kaplamaz. Önemli olan, can değil mi? Ülkemiz bir deprem ülkesi, bunu kabullenmemiz gerekiyor.
Yaşanan felaketlerden ders çıkarma konusunda Japonlar gibi olmayı temenni ederim. Zira vakti halinde Japonlar depremlerden çok çeken ülkeydi fakat günümüzde büyük depremlerde bile neredeyse kayıp vermiyorlar. Çünkü önlemi almışlardı. Tsunami felaketi yaşadılar, onda da dertlenip üzülmekten ziyade çözüm odaklı çabalara atıldılar yerden yükselen dayanıklı duvar inşa ettiler. Bizde de üzülmekten ziyade her şeyi bırakıp çözüme odaklanılmasını dilerdim.
TOKİ evleri konusuna değinecek olursak, 2003 Bingöl depreminde depremi iliklerime kadar yaşadım. Birçok tanıdığımı kaybettim. Gözümün önünde şehir yerle bir oldu. Birkaç ay içinde hızlıca TOKİ yapıldı. Biz de 2 yıl TOKİ’de oturduk. O evde birçok deprem yaşadığım halde hiçbir sıkıntı yaşamadık. Tünel kalıp, perde beton, radye temel gibi sistemler TOKİ evlerinde kullanıldığı için daha güvenli oluyor.
Ne yapılacaksa bir an önce yapılmalı çünkü deprem beklemiyor…
Rabbim ülkemizi her felaketten korusun.
Dipnot: önümüzdeki haftadan itibaren sektörlerden iş insanlarımızla, esnaflarımızla, meslek gruplarıyla sohbet edip köşemde yer vereceğim. Yani sektörlerin nabzını hep beraber ölçeceğiz.