Biliyorsunuz İmam-ı Azam Ebu Hanife büyük bir din alimidir. İbadet konusunda onun yolunda olduğumuz için İmam-ı Azam’a uyanlara Hanefi denilmektedir. İşte bu İmam-ı Azam daha küçük bir çocukken bile çok akıllı, zeki ve bilgili imiş. küçük bir bilginmiş anlayacağınız. Onun yaşadığı Bağdat şehrine bir inançsız adam gelmiş. Adam çok kendine güvenen biriymiş … Kim bana ALLAH’ın varlığını ispat edebilir demiş… o zaman İmam-ı Azam’ı göstermişler.
– Bizim bu küçük bilginimiz bile sana ALLAH’ın varlığını ispatlayabilir, demişler…
İnançsız adam küçümseyen bakışlarıyla şöyle bir süzmüş bilgini ve demiş ki;
– Hadi bakalım ispatlasında görelim
Büyük bir meraklı kitlesi toplanmış. İnançsız adam kurulan yüksek bir kürsüye çıkıp oturmuş. Herkese tepeden bakıp kasılıyor, bilginlik taslıyormuş. bu sırada İmam-ı Azam , demiş ki: Benim kitaplarım evde kaldı. Gidip onları getireyim önce.
– Peki demişler.
İmam-ı Azam gitmiş gelmemiş yitmiş bulunmamış. Herkesin sabrı tükenmiş. Biraz da pişman olmuşlar. Keşke başkasını çıkarsaydık bu adamın karşısına gibilerden…İnançsız adam , kasım kasım kasılıyor ve nerede kaldı şu küçük bilgininiz diye büsbütün canlarını sıkıyormuş… Ama herkes bu işin içinde bir anormallik olduğunu da sezmekteymiş. Çünkü İmam-ı Azam dosdoğru bir insandır. Yalan söylemez sözünde durur. Gelmeyecekse mutlaka söyler , ya da haber gönderir…
Böylece bir hayli zaman geçtikten sonra çıkıp gelmiş küçük bilgin. Tabii kalabalıkta bir uğultu ve rahatlama … inançsız adamda ise biraz daha kendine güven belirmiş. sormuş İmam-ı Azam’ a : “ Nerede kaldın ? yoksa ALLAH’ın varlığını ispatlayamayacağından mı korktun “ diye.
İmam-ı Azam gayet rahat ve soğuk kanlılıkla cevap vermiş:
Hayır , böyle bir korkum yok. Çünkü ALLAH’ın varlığını ispatlamak çok kolay bir konudur. Ancak benim gecikmemin bir sebebi vardır. Benim evim karşı kıyıdadır. Biliyorsunuz , Bağdat’ın ortasından kocaman bir ırmak akar. Karşıya geçtikten sonra büyük bir sel ve fırtına çıktı… Tekrar dönmek için ne bir sandal ne bir köprü kaldı..
Peki şimdi nasıl geçip geldin?…
İşte bende onu anlatacağım. Geldim kıyıya . birde baktım ki , kocaman kocaman taşlar kıyıdan yuvarlanıp atlıyor ırmağın içine . yeni gelen taşta ötekinin üstüne , derken köprü ayakları meydana geldi. bu arada havada kendi kendine uçan uzun tahtalar bu ayakların üzerine örtüldü. arkasından yine çiviler yine havadan uçuşarak kurşun gibi saplanıp tahtaları ayaklara tutturdular. O sırada kıyıda ki toprakta ayağımın altından kayarak bu tahtaların üstüne kapattı. Büyük ve rahat bir yol gibi , kocaman bir köprü meydana geldi. Bende üzerinden yürüyüp geçtim ve geldim.
Herkes şaşkınlık ve üzüntüyle bu sözleri dinlerken inançsız adamın keyfi büsbütün artmış ve demiş ki :
– yahu karşıma küçük bir bilgin diye akılsız bir çocuk mu çıkardınız? Bir yığın saçma ile uğraşacak vaktim yok benim…
İmam-ı Azam, adama bakmış ve tane tane şöyle konuşmuş:
Neresi saçma bu anlattıklarımın?..
Neresi saçma değil ki?.. Koskoca bir köprünün kendi kendine oluştuğunu anlatıp duruyorsun. Hiç yapan , çalışan olmadan köprü oluşur mu?
İmam-ı Azam’ın gözleri sevinçle parlamış inançsız adamı susturan şu cevabıyla , dinleyenlerde derin bir nefes almışlar:
Peki bir köprü mü daha sanatlı ve büyüktür, yoksa dünya mı?
Elbette dünya çok daha büyük ve sanatlıdır.
Öyle ise dünyaya göre çok daha küçük ve sanatsız olan bir köprünün kendi kendine olamayacağını söylüyorsun da , bu muhteşem dünyanın nasıl kendi kendine oluştuğunu söyleyebiliyorsun? Köprüyü bir yapan vardır , ustasız olmaz diyorsun , doğru… Evet ama , bu dünyayı yaratan , yapan olmalı değil midir?
İnançsız adamın bütün keyfi kaçmış bir anda. Kızarıp bozarmış, yutkunmuş bir süre. gülmeye çalışmış ama , bu gülüş çok acı bir gülüş olmuş. Çaresizlik ve perişaniyet içinde:
Peki demiş, kabul ediyorum ki , bu dünya kendi kendine olmamıştır. Onunda yaratıcısı vardır.
İşte o yaratıcı ALLAH’tır demiş İmam-ı Azam.
ALLAH’I NİÇİN GÖREMİYORUZ?
Ama inançsız adamın bütün kozları bitmemiş. Öyle ise bir soru soracağım demiş. Tam olarak ALLAH ‘a inanmam için , bunada cevap vermelisin.
İmam-ı Azam , gayet rahat ve korkusuz bir tavırla, sor demiş. İnançsız adam biraz morali bozuk bir şekilde şu soruyu sormuş.
Peki ALLAH varsa O’nu niçin göremiyoruz?
İmam-ı Azam soruyu pek kolay bulmuşçasına tebessüm etmiş. “ Önce demiş bize biraz süt versinler de sohbetimiz biraz daha tatlansın” . inançsız adam dudaklarını kemirerek iyi olurya demiş , hem içer hem konuşuruz.
Sütler gelmiş. O zaman sütü tatlandırmak için içine pekmez katılırmış. Tabii şimdiki şekerler yok henüz. Adam sütünü tatlandırıp içmeye başlamış. Fakat İmam-ı Azam adama bir kaşık daha pekmez sunmuş, buyurun sütünüzü tatlandırın… Adam sağ ol demiş, ben pekmezi karıştırdım, sütüm pekmezlidir. Sen benim soruma cevap ver şimdi.
İmam-ı Azam önce sütün pekmezini , bugünkü tabiriyle şekerini halledelim demiş. Adam biraz daha kızgın söylenmiş:
Benimkisinin pekmezi vardır dedim ya…
İmam-ı Azam :
İnanmam, demiş.
Adam büsbütün kızgın:
Niçin inanmıyorsun deyince de şu cevabı vermiş:
Ben görmediğim şeye inanmam. süte karıştırdığın pekmezi gösterirsen inanırım…
Adam, çattık belaya der gibi başını iki yana sallayıp bağırmış:
Süte karıştırılmış pekmez görünür mü? Onu gözüne gösteremem ama , ama içersen tadını dilin anlar. Çok merak ediyorsan gözünle değil ama , dilinle sütün tatlandığını görebilirsin. Hem bununla da niye uğraşıyoruz? Sen bana sorumun cevabını söyle bakalım…
İmam-ı Azam tatlı tatlı tebessüm ederek demiş ki :
Bana fırsat vermediniz ki.. sorunuzun cevabını kendiniz verdiniz.
Nasıl yani?
Nasılı var mı? sütün içine karıştırılmış pekmezi nasıl görülmezse ALLAH vardır ve bu gözümüzle görünmez. İçtiğimiz sütün yağını da gösteremezsiniz. Ama süt çok güzel ve yağlıdır. Onu da gözümüzle değil dilimizle tadınca anlarız. Demek ki bu dünyada ki pek çok şeyi de biz gözümüzle göremiyoruz. Ancak onları meydana getirdikleri tesirlerden ve eserlerden anlıyoruz. Yada bir başka duyu organımızla varlıklarını anlıyoruz. Siz sütün yağını ve şekerini bile göremediğiniz halde ALLAH’ı görmek istiyorsunuz. halbuki bu gözümüz dünyadaki her şeyi de göremeyen sınırlı bir gözdür.
Aynen bunun gibi, bizde ALLAH’I gözümüzle bu dünyada göremiyoruz ama, O’nun yarattıklarını , eserlerini görüyoruz. Meydana getirdiği tesirleri anlıyoruz. Ama kafa gözümüzle değil, akıl gözümüzle oluyor bu iş…
İnançsız adam, biraz daha bozulmuş vaziyette şaşkın ve üzgün ne yapacağını bilemez bir halde düşünmeye başlamış…
Peki demiş. Son bir soru daha.. Eğer buna da cevap verirsen , bende ALLAH’a inanıp Müslüman olacağım…
İmam-ı Azam hedefe yaklaşmanın verdiği tatlı bir sevinçle “ sor” demiş… adam son bir hamle çabasıyla doğrulmuş ve demiş ki :
Peki kabul ediyorum ki ALLAH vardır. O’nun görünmediğini de anladım. Öyle ise bu gözümüzle görmediğimiz ve varlığına aklımızla inandığımız ALLAH şimdi yapıyor?
Bu sorunuz da çok kolay demiş İmam-ı Azam … Ama cevabı sizin oturduğunuz kürsüden vermek isterim . iner misiniz aşağıya…
Adam çok şaşkın bir vaziyette kalkmış oturduğu yüksek kürsüden ve inmiş aşağıya. İmam-ı Azam çıkmış ve kurulmuş adamın boşalttığı kürsüye. Şöyle bir etrafı ve kendisine şaşkın şaşkın bakan adamı süzdükten sonra demiş ki:
ALLAH, şimdi senin gibi inançsız bir adamı bu kürsüden aşağı indirdi ve yerinede benim gibi imanlı bir çocuğu oturttu.
Neticede adam Müslüman olmak zorunda kalmış.